Mitoloji ve polisiye bir arada mı?

Mitolojiyi, günümüzde geçen bir cinayet hikâyesi ile bir araya getirip bir de üstüne arkeolojiyle harmanlayarak polisiye yazmak mı?

Sanırım pek çoğumuz mitolojiye en azından hayatının bir noktasında ilgi duymuştur. Kimileri, bir masal gibi, kaydında kalmadan keyiflik dinlemiştir bu efsaneleri. Kimileri içinse daha derin değerler taşır bahsedilenler. Bazıları mitolojik karakterlerin yaşanmışlıklarından kendine dersler çıkarır. Kimileriyse mitolojik karakterlerin özelliklerini kendilerinde bulurlar. Benim içinse mitoloji bunların tümünü ifade eder. Pek severim kısacası mitolojiyi.

Peki, mitolojiyi günümüzde işlendiği kurgulanan cinayetler ile harmanlayıp bir polisiye yazılmış desem ve bunu da ülkemizde kendine polisiye alanında azımsanmayacak bir yer edinmiş yazarımız Ahmet Ümit yapmış desem? Bu ya serisinde “Kayıp Tanrılar Ülkesi” isimli bu Ahmet Ümit romanından bahsedeceğim ve kitapta geçen bazı yerlerden ve kavramlardan bilgiler vereceğim. Okumak isteyenler için bir ön hazırlık olarak değerlendirilebilir tüm bu bilgiler. (Elbette spoiler vermekten kaçınacağım) Fakat öncelikle yazarımız hakkında benim bildiğim ve sevdiğim kadarını paylaşmak isterim.

Ahmet Ümit

Tanıyanlar için Ahmet Ümit yalnızca bir polisiye yazarı değil elbette. Ama son dönemlerde bu tür romanları ile ön plana çıkmakta. Bense kitapları ile pandemi döneminde tanıştım ve okuduklarımın pek çoğundan keyif aldım. Özellikle komiser Nevzat serisi en keyif aldığım romanlar oldu. Yazarın kurgulamış olduğu çoğu karakterin duygularını, gözlemlerini, yaşamlarını paylaşım tarzı benim anlatılanlarla rahatlıkla bağlantı kurmamı sağladı ki kişisel görüşüm bir kitabı okunabilir kılan en önemli özelliktir bu. Hatta kim demişti “Kitap okumayı sevmiyorsanız, henüz doğru kitabı bulmamışsınız demektir” diye? J.K. Rowling miydi o yoksa? (Bu arada, sizin fikriniz ne bu konuda? Yorumlarda paylaşın lütfen.) Velhasılı kelam, yakın zamanda tanış olduğum bu polisiye romanlar benim için hem güzel vakti geçirme kaynağı oldu, hem de ufak çaplı araştırmalar yapma ihtiyacı doğurdu. Neden mi? Çünkü yazarımız Ümit, romanlarına tarihi yerler, bu yerlerde yaşamış karakterler, eski dönemlerde yaşanmış olaylar yerleştirmekten geri durmaz ve bir okuyucu olarak benim keyif aldığım bir diğer özelliktir bu çünkü bilmediğim pek çok şeyi araştırma fırsatı doğar bana, tıpkı bu son kitapta olduğu gibi. (Tanımayanlar ve daha iyi bilmek isteyenler için aşağıya yazar hakkında birkaç link bıraktım.)

Genel olarak bu kitapta ne okuyacağız?

Gelelim kısaca bu romanda okuyacaklarınıza… Olaylar Almanya’da gelişmekte. Evvel zamanda Almanya’ya göç etmiş Bergama’lı bir ailenin üyelerinden birinin öldürülmesi ile başlıyor hikâye ve ana karakter olan Türk kökenli Alman doğumlu baş komiser Yıldız cinayeti çözmeye çalışırken meydana gelen olaylar ile devam ediyor. Bergama’lı ailenin arkeolojik kazılarda yer almış olması, Almanya’daki Pergamon müzesine olan tutkuları hikâyenin işlenişinde büyük yer tutuyor. Hem göçmenler açısından hem kendi içlerinde mevcut olan klasik Almanya sorunları da kitapta işlenmekte bir miktar. Bunun dışında günümüzde hepimizin aklını meşgul eden bir takım güncel sorularda ufaktan yer almış belki de gündemi yakalamak kaygısı ile fakat bunları tek tek anlatmıyorum okumak isteyenlerin keyfini kaçırmak istemediğimden. Ana olaylar devam ederken, biz okuyucu, bir yandan Zeus’u dinliyoruz. Zeus’un babasını, dedesini onların ilişkilerini tanıyoruz. Zeus’un kaygılarını anlamaya çalışıyor yaptıklarını neden yaptığına dair bazı açıklamalar buluyoruz bu satırlarda. Cinayet soruşturması ve Zeus’un kendini anlattığı bölümler birbiri ardına geliyor ve bu iki ana başlık kitabın son 25-30 sayfasında birbirini tamamlayarak nihayetleniyor. Yine bu son kısımda önceki romanlardan tanıdığımız iki karaktere rast geliyoruz. “Buna çok gerek var mıydı?” sorusunu yorumlarda belki siz cevaplamak istersiniz.

Belirtmek isterim ki bu romanı okurken ben keyif aldım. Bazı daha iyi olabilir dediğim noktalar olmadı değil fakat ne ben bir edebiyat eleştirmeniyim ne de bu yazı dizisi eleştirel kaygılarla yazıldı. Bu nedenle ve bir de olası spoiler tehlikesinden uzak durmak için bu noktalara yazı serisinin, en sonunda yer vereceğim.

Zeus ve Ataları

Şimdi gelelim yazının en önemli noktasına. Bu yazıyı hazırlamakta ki asıl gayem kitabı okuyacaklara – daha önceden bilinmiyor olunması ihtimaline karşı- iki hususta ön bilgi vermek olacaktır.

Birinci konumuz çok temel Yunan mitolojisinin minik bir kısmı, ki kitabımız bu alanda ki en önemli karakterlerden biri üzerine kurgulanmış. Yüce Zeus, tanrıların tanrısı olarak biliniyor ve göklerin, yıldırımın, şimşeklerin sahibi olarak tanınmakta. Böyle deyince sakın yanlış anlaşılmasın, Zeus efendi bunları babasından miras almamış, çalışmış çabalamış kendi kazanmış. Çok çileler çekmiş. En büyük sorun babasından kaynaklanıyor. Zeus’un babacığı Kronos özünde iyi olmak istermiş ama ne yazık ki kendi babası tarafından yaratılmış travması onu olmak istemediği bir karaktere bürümüş. Kronos, tıpkı Uranos denilen babasının ona ve kardeşlerine davrandığı gibi kendi evlatlarına yani Zeus’un kardeşlerine pek acımasız davranmış.  Ne mi yapmış. Onları, anneleri Rhea’dan soğdukları gibi hoop mideye indirmiş. (Böyle sevimli anlattığıma bakmayın, bence bir babanın evladını mideye indirmesinin neyi sembolize ettiğini şöyle bir irdelemek günümüz aile ilişkilerindeki problemleri anlamlandırmak için farklı bir bakış açısı kazandırabilir.) Kendinden önce doğmuş olan beş kardeşi babalarının midesini boylamış olan Zeus ise annesi tarafından aynı kaderi paylaşmaktan son anda kurtarılmış. Pek kudretli Kronos, son doğan evladı yerine karısı tarafından kundaklanarak kendine verilmiş bir kayayı yutmuş. (Sen koskoca Kronossun, bu oyuna nasıl gelebilirsin!)

Zeus bebecik, birkaç farklı senaryo arasından en popüler olanına bakılacak olursa bir su perisi tarafından babası onu fark etmeyecek şekilde büyütülüyor. Bu esnada belli beceriler kazanıyor ve sonunda babasıyla yüzleşiyor. Bu aşamada, yine efsanenin farklı versiyonları bulunsa da ben en bir sevdiğim olanıyla devam etmek istiyorum.  Zeus, Metis’in (Zeus’un kuzeni ve ilk eşi) yardımıyla Kronos’un önce son yuttuğu taşı ve sonra kardeşlerini midesinden çıkarmasını sağlayıp sonrasında Kronos’u yerle yeksan edip Tartarus’un (yer altı dünyası, öldü denilenle ölümlülerin ve çoğunlukla cezalandırılmak istenilen ölümsüzlerin gönderildiği mekan) derinliklerine gönderiyor. Neden çünkü Kronos bir titan. Annesi Gaia – toprak ana, babası ise Gaianın yaratmış olduğu Uranos – gökyüzü. (Bu konular pek bir karışık. Gaia en başta Uranos’u yaratmasaydı bu karmaşa hiç mevcut olmayabilirdi diyorum. Sonra da düşünmeden edemiyorum yoksa tüm bu semboller insanın tüm sorunları aslında kendi kafasında yaratıyor olmasına mı işaret ediyor. Kim bilir!) İşte Zeus’a bu çilelerden sonra şimşek ve yıldırımlar armağan ediliyor.  Neyse, burada bir nefeslenip mitoloji konusunu kapatalım. Ne de olsa bir kitap yazı dizisi hazırlıyoruz. Yunan mitolojisi irdelemiyoruz.

İkinci konumuz olan Pergamon mevzusunu sizi sıkmamak adına bir sonra ki yazıya bırakıyorum.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_%C3%9Cmit

https://twitter.com/baskomsernevzat?ref_src=twsrc%5Egoogle%7Ctwcamp%5Eserp%7Ctwgr%5Eauthor

https://www.ahmetumit.com/

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *